Sanırım MÇP’nin MHP adını aldığı kongreydi. Zira her yerde kar vardı ve oldukça zorlu bir yolculuktan sonra ulaşabilmiştik Ankara’ya. Hafızam beni yanıltmıyorsa Kongre Söğütözü’ndeydi.
Kış olmasına karşın Türkiye’nin dört bir yanından gelen Ülkücüler salonu hınca hınç doldurmuş kalabalık dışarı taşmıştı. Dışarda dolaşıp diğer illerden gelen tanıdıklarla biraz hasret giderdikten sonra güçlükle salona girebilmiş ve ilçemizin pankartı altında yerimizi almıştık.
Salondan yükselen marşlar kanımızı kaynatmaya yetmişti. Adeta yerimizde duramıyorduk. Onca kalabalığın içerisinde salonun ortasında bir sağa bir sola koşuşturan birisi gözüme takıldı. Uzun saçları omuzundan dökülen hilal bıyıklı şahıs Ülkücü’den çok herhangi bir rock müzik grubunun solistine benziyordu. Kılığı, kıyafeti ve görüntüsü ile sanki yanlış filmin setine gelmiş bir oyuncu gibiydi. Allah biliyor ya yanımdaki arkadaşlarla o genci bir hayli çekiştirdik.
Biz ne kadar çekiştirdiysek o arkadaşta onca kalabalığın içinde her defasında gözümüze çarpıp durdu. Algıda seçicilik dedikleri bu olsa gerek. Sloganlar, marşlar, konuşmalar derken öğle vakti olmuştu. Arkadaşlarla hem bir şey yemek hem de öğle namazını eda etmek için dışarı çıktık. Bahçede neredeyse metrekareye iki köfteci düşüyordu. Hızlıca atıştırıp salonda mescit olarak tanzim edilen küçük bir odaya girdik. İçeride 10-15 kişi vardı. Oracıkta cemaat olduk. Farz için kamet verildiğinde bir de ne göreyim. Salondaki Barış Manço imitasyonu arkadaş uzun saçlarının üzerine takkeyi geçirip imam olmasın mı?
Daha önce hayatımda o kadar utandığımı hiç hatırlamıyorum. Namazdan sonra bekleyip ayak üstü iki kelam edip helalleşmeyi çok istedim ama neden bilmiyorum yapamadım. Halâ içimde sızıdır. O günden sonra insanları zahiren gördüklerimle değerlendirmeyi bıraktım.
Ve bunun çok faydasını gördüm.
Bunu neden anlattığımı biliyor musunuz?
Arz edeyim efendim.
Malûm Z kuşağı denilen bir nesil var. Hâl, hareket ve davranışlarıyla bizim kuşak tarafından adeta uzaylı gibi görülüp algılanıyorlar. Belki de iş gereği teknoloji ve bilgisayarla fazlasıyla haşır neşir olduğumdan ben onları uzaylı olarak görmüyorum ama yine de zaman zaman iletişim kurmakta sıkıntılar yaşayabiliyorum.
Birkaç yıl önceydi. Kızım ergenlik ataklarını en zirvede yaşıyordu ve aramız çok bozuktu. Öyle ki bazen günlerce hiç konuşmadığımız oluyordu. İşte öyle zamanlardan birinde, öğle vakti otururken “Baba beni sürücü kursuna yazdırır mısın?” deyiverdi. Elbette bu fırsatı kaçıramazdım. “Haydi gidelim hemen.” dedim.
Az sonra evimize en yakın sürücü kursuna kaydını yaptırmıştık bile. Çıkınca önce bir kafeye gittik, sonra da yürümeye başladık. Henüz birkaç dakika geçmişti ki kızım bir kuyumcunun önünde durdu ve kulağını deldirmek istediğini söyledi. Birlikte içeri girdik. Kuyumcu elindeki tabanca benzeri aletle yaklaşırken kızım “Elimi tutar mısın?” dediğinde göğüs kafesimde kuşlar uçuşmaya başlamıştı bile.
Görünen o ki günlerdir benimle konuşmayan, hatta göz teması bile kurmayan meleğimle buzları eritmiştik. İçim içime sığmıyordu. Ben yüzümde aptal bir gülümseme ile adeta dünyadan kopmuş vitrine bakarken kızımın sesi bir tokat gibi çınladı; “Baba senin kulağını da deldirelim mi?”
Buyur buradan yak!
Kızımı tanıyorum. Çok keskin duygusal tepkileri var. “Yok!” desem gene kabuğuna çekilme riski var. Işık hızıyla kendime gelip “Seni mutlu edecekse tabi ki kızım.” dedim. Dükkandan çıkarken ikimizin de kulağında bir küpe vardı.
O küpe benim için bir anahtar oldu. O gün bugündür durur kulağımda.
Bazen memleket ziyaretlerinde ve dost meclislerinde tuhaf bakışlara maruz kalmıyor değilim. Ama umursamıyorum. Herkese tek tek izahat yapmak yerine yazayım dedim.
Ben kulağıma küpe ettim, sizin de kulağınıza küpe olsun.
Kimseyi dış görünümüyle yargılamayın.
Comments