ŞEHİT FİKRİ ARKAN
- Yitik
- 27 Mar
- 3 dakikada okunur

Çorumlu, Fikri ARKAN, Alaca’nın, Büyükhırka köyündendi. Ankara, Türközü Bademlidere semtinde oturuyordu. Pek çok ülkücü gibi tutuklanarak Mamak Askeri Cezaevi’ne kapatılmıştı. 1978 sonbaharında Ankara’da cereyan eden bazı olaylara karıştığı iddiasıyla idamla yargılanıyordu.
Yargılama sonunda Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, 2 numaralı Askeri mahkemesi 15 Temmuz 1981 günü Fikri Arıkan'a ölüm cezası verdi.
Hareketin bayrak isimlerinden Yusuf Hoca, Fikri ARKAN'ın o gün mahkeme dönüşünü Başeğmediler kitabında şöyle anlatıyor;
“Fikri Arıkan isimli arkadaşımız mahkemeye gitmişti ve onu sabırsızlıkla bekliyorduk. Zaman ise sanki durmuş, bize sabır eğitimi yaptırıyordu. Bu arkadaşımız daha önce iki kez idam cezası almış, Yargıtay ikisinde de cezayı esastan bozmuştu. Evet bu son mahkemeydi ve onaylanan idam cezaları üç günde infaz ediliyordu. 4 numaralı hücrede kalan Fikri Arıkan'ı sabah sekizde mahkemeye götürmüşler ve saat neredeyse 15.30 civarıydı hâlâ ortalıkta yok-tu. Bir müddet sonra askerlerin ayak seslerinden Fikri'nin geldiğini anladık. Hücrelerimizin kapısı demir mazgallardan oluştuğu için dışarıyı rahatlıkla görebiliyorduk.
İlk hücre olduğumuzdan Fikri bizim önümüzden geçecekti. Nihayet geldi ve tebessüm ederek bizi selâmladı. Onu böyle neşeli görünce büyük bir ümide kapıldık ve Yunus'la sevinç içerisinde birbirimize sarıldık. Hücreler arası konuşmak yasaktı aksi takdirde ağır cezaî müeyyideler vardı. Ama biz bir yolunu bulmuş ve her türlü haberleşmeyi herkesin önünde rahatlıkla yapar olmuştuk. Nazarî eğitim adı altında mecburî bir ders vardı ve bizlerden bir kişi hücrenin kapısına gelerek Nutuk kitabını okurken, bu arada metindeki sözleri değiştirerek, istediğini anlatabiliyordu. Başımızdaki nöbetçiler de ki-tabın metni zannederek bizimle beraber huşu içerisinde dinlerlerdi.
Nutuk, muhteva olarak bizim mevzularımıza çok uygundu ve mahkemeleri böylece tartışabiliyorduk. Nutuk'ta da mah-keme, iaşe ve tartışmalarla dolu metinler mevcuttu. Fikri, okumaya başladı. Sesi çok net ve vakurdu. Rahat ve huzur bulmuş bir sesle mahkemenin zaferle sonuçlandığını müjdeliyordu. Bizler âdeta nefes bile almadan onu dinlerken, bir an önce sonuca gelmesini bekliyorduk.
-Ve Eyüp kurtuldu, dedi Fikri Arıkan. Eyüp Özmen, aynı davadan daha önce idam cezası almış ve idam bekleyen bir arkadaşımızdı. Sehpaya hazırlanırken beraat etmişti. Bunu bir zafer olarak bizlere müjdeliyordu Fikri. Ya kendisi? O’nun için ne karar çıkmıştı acaba?
-Senin için ne karar çıktı? diye bağırarak sordum ben. Sabrım kalmamıştı artık. Askerler benim bu kuralsız çıkışımı duymamazlıktan geldiler ki; bu davranışları kararın vahametini göstermeye yetiyordu.
-Benimki idam... diye devam etti Fikri.
Yıkılmıştık. Ama o ayaktaydı ve berrak bir ses tonuyla bizleri teselli etmeye çalışıyordu. Sesi dik ve metindi.
Aman Rabbim! Fikri, arkadaşının beraat ettiğini söylüyor ve bunu bir zafer olarak bizlere müjdelerken, kendisinin aldığı idam cezasını sıradan bir kararmış gibi, sanki bir düğün davetiyesiymiş gibi bizlere anlatıyordu. Biz çökmüştük. 5 numaralı hücreden bir feryat yükseldi. Bu isyan eden sesin sahibi üç komünist liderle beraber kalan Şahin Göksel Arduç isimli genç bir arkadaşımızdı. Sekiz hücreden oluşan, tecrit bölümünde başkaca çıt çıkmıyordu.
Üç gün sonra bir şafak vakti kurulacak idam sehpası, cellat, yağlı urgan, yüze karşı okunacak olan ferman, beyaz gömlek bir anda buralara hâkim olmuştu. Sanki kafatasım büyümüş ben de içindeydim. Kendi kafamın içinde. Bu nasıl bir hâldi bu nasıl bir duygu! Çok ölüm görmüştüm ama bu başka bir vaziyet, bambaşka bir hâl. Daha önce İstanbul’da bu duyguları yaşamış, asılarak idam edilen İsmet Şahin olayında bizler de yanmış, bizler de ölmüştük. Bir kere daha, dedim kendi kendime, insan bir kere ölür ama, biz bin kere. Fikri Arıkan sakin ve tereddütten uzak mistik bir ses tonuyla konuşmaya devam ediyordu:
-Bu gece çok rahat uyurum artık...
Fikri'nin rahat uykudan söz etmesini anlamaya çalışıyordum. O ise konuşmaya devam ediyordu:
-Şimdi dünyanın en rahat insanı benim. Yüce yaratıcının rızası yolunda, ölümümü her türlü tehlikeye karşı keskin bir silah olarak kuşandım. Demek ki, kendi ölümüm benim en etkili silahım olacakmış. Büyük, güçlü bir silah olan insanın kendi ölümü. 'Ve ben şimdi yaşamımın en güzel, en tatlı, en dinlendirici uykusunu uyuyabilirim.'
-Adalet terazisini, oduncu kantarına çevirdiler, diyordu, hücre arkadaşım Yunus. Evet, oduncu kantarı daha hassastı bunların terazisinden, nasıl olsa üç aşağı beş yukarı fark etmiyordu.
Birkaç gün sonra güneş, Fikrisiz doğacaktı. Takvimler ve zaman bir kere daha durmuştu.”
Yeri gelmişken bir konuyu da yazmadan geçemeyeceğim. İnfaz belki daha önce gerçekleşecekti. Zira Askeri Yargıtay 3. Dairesi kararı 29 Aralık 1981'de onamıştı ve Danışma Meclisi de kararı kabul etmişti.

Kararın gecikmesine sebep olan şey resmi evraklarda yapılan bir yazım hatası idi. Zira ARKAN olan soyadı bazı evraklarda ARIKAN olarak yazılmıştı, mahkeme sürecinde de bu hata devam etmişti. 22 Mart 1982 tarihinde MGK Adalet Komisyonu'nun yazdığı rapor ile bu hata düzeltilince de infazın önünde bir engel kalmadı.

Böylece 26 Mart 1982 günü yapılan 100. birleşiminde görüşülen karar kabul edildi ve Fikri ARKAN 27 Mart 1982 sabahı, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde asılarak idam edildi.
Resmi evraklarda yapılan bu somut hatanın hareketin tarihine ve hatta şehidimizin mezar taşına dahi sirayet ettiğini üzülerek müşahade ettiğimi söylemeliyim.

Bunu şehidimize ve hareketimizin destansı tarihine karşı bir yükümlülük olarak gördüğüm için yazmak zorunda hissettim. Şehidimizin soyadı ARKAN'dır ve mücadelesinin gelecek nesillere doğru aktarılması için bu hatanın düzeltilmesi elzemdir.
Bu vesile ile şehadetinin seneyi devriyesinde şehit Fikri ARKAN'ı bir kez daha rahmet ve minnetle yâd ediyorum. Aziz ve asil ruhu şad olsun.
Kommentarer